Son aylarda yoğun şekilde kitapların dünyasına duhûl etmenin yüreğimde oluşturduğu huzuru sizlere tarif etmeye kalemim müsaade eder mi emin olamıyorum. Kitapların sahifeleri arasında değilde, yazarlarının harflerle, kelimelerle oluşturduğu, gönüllerinden kağıtlara döküldüğü âlemlerin arasında yolculuk etmek; kendi iç âlemimde farklı kapılar açılmasına vesile oldu. Yaşımın kemâle ermiş olması münasebetiyle yoğun kitap okuma mevzusunda geç kalmış bir çaba ve gayret içinde olduğumu lakin zararın hangi hazin noktasından dönülürse dönülsün kâr içinde olacağımı akıl etmek beni her hâlükarda mesud etmeye yetiyordu.
Son okuduğum kitabın Servet-i Fünün edebiyatından Halid Ziya Uşaklıgil’in Türk edebiyatı klasikleri arasında yer alan önemli eseri Mai ve Siyah olduğunu sanırım ilk paragraftan anlamış olduğunu ümit etmek isterim.
Türk edebiyatı klasiklerini okumayı ne yazık ki sevemiyordum. Bu durum beni çok üzüyordu. İnsanın kendi diline olan yabancılığını ve günümüz Türkçesiyle yazılan kitapların dahi kelime çeşidi sayılarının azlığını ve cümle yapılarının basitliğini bu kitap yüzüme çok sert vurdu. İş bankası yayınlarından günümüz Türkçesiyle yayınlanan Mai ve Siyah bu anlamda gençler tarafından mutlaka okunması gereken bir kitap. Her ne kadar günümüz Türkçesi desem de 1800’lü yılların sonunda kullanılan Türkçe’mizin cümle yapıları hala kendisini bu versiyonunda kendini korumakta olduğu kitabın her satırında anlaşılıyor.
Kitabın hikayesi ve konusundan ziyade, kitapta bu cümle yapıları beni daha çok etkiledi. Yazıya giriş cümlemi biraz da bu sebepten kendimi zorlayarak bu şekilde yazmaya çalıştım.
Kısa kısa cümleler, az az ve yabancı kelimeler kullanmaya o kadar alışmışız ki; insanın kendi dili nasıl bir tuhaf geliyor başlarda insana. Kitabın kapağında ve girişinde zaten günümüz Türkçesiyle yeniden düzenlendiği yazsa da kitabın özüne sadık kalındığı aşikar. Zira bir çok kelime için dipnotlar kullanılmış ve açıklamalar yapılmış. İş Bankası Kültür Yayınlarını bu anlamda takdir ederim.
Kitabımızın ana konusu başkahramanımız Ahmet Cemil etrafında geçer. Her ne kadar kendisine kahraman yakıştırmasını istemesem de ne yazık ki durum bundan ibaret. Çünkü çok pasif bir karakteri vardır.
Ahmet Cemil çok kırılgan biri ve romantik bir şair olma heveslisidir. Pek çok hayali vardır. Bunların en büyüğü, tanınmış bir edebiyatçı olmaktır. Ahmet Cemil, hayalperestliği, kırılgan kişiliği, çekingenliği, karamsarlığı ve pasifliği ile Servet-i Fünun neslinin tipik bir örneğidir. Ahmet Cemil bir engelle karşılaştığında, mücadele etmeyi hiç sevmez. Odasına kapanıp yalnız kalmayı, düşünmeyi, hayaller kurmayı, ağlamayı tercih eder. Bu sebeple kitapta çoğu kez kendisine sinir olmaya hazır olun. Ama başta da söylediğim gibi Halid Ziya’nın kalem dili o kadar nâif ki ve Ahmet Cemil’in bu pısırıklığını o kadar güzel cümlelerle anlatıyor ki kelimelerin büyüsünde kendinizi kaybediyorsunuz. Haa Ahmet Cemil yine mi bir pısırıklık yaptı, olsun canım ne olacak ki diye diye, sersem sersem devam ediyorsunuz cümleleri okumaya. 🙂
Kitabın diğer kahramanları ise; İkbal, Vehbi Bey, Hüseyin Nazmi, Lâmia, Raci ve Ali Şekip. Seher ve Ahmet Cemil’in annesi de mevcut. Bu isimleri ve yaşadıklarını kitapta bolca okuyacaksınız.
Benim en sinir olduğum husus ise İkbal ile Ahmet Cemil’in Ahmet’in odasında İkbal’e gömleklerinde ki sökükleri diktirirken bu iki kardeşin baş başa kaldıklarında yaptıkları sohbetti. Gömlekler bahaneydi ama kitabı okuyanlar ne demek istediğimi gayet iyi anladı.
Satırlarıma burada son verirken, kitaplarla dolu, bahtiyar olacağınız bir ömür yaşayabilmenizi ümit ediyorum. Kalın sağlıcakla.
İlk yorum yapan siz olun