Yılın sonuna yaklaşırken yine sokak kısıtlamalarının başladığı bu günlerde yapılabilecek en güzel ve faydalı aktivitelerden biri daha fazla kitap okumak. Her ne kadar yılın son çeyreğinde artık bunalım seviyesine gelse de iç dünyamız, hayat devam ediyor bizler için. Covid günleri ne yazık ki artarak devam ediyor. Tarihe not düşülmesi için bunu da belirterek gelelim kitabımıza.
Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti. Avrupalı ve “dünya vatandaşı” kimliğine büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın yıkıma uğrattığı “eski dünya”nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir. Mecburiyet ’in ana karakteri ressam Ferdinand da savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre’ye kaçmıştır. Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalmıştır. Ferdinand her ne kadar “insanlığın ötesinde bir vatanı” olmasa da, “yirmi milyon insanı boğan o zinciri” kıramayacağını düşünür…
Yine kendine has üslubuyla kendini sevdiren ama savaşı düşündüren bir yapıt. Askerliğe bir Avrupalı bakışı demem en kısa ve net bir tabir olur bu kitap için. Okumalısınız.
İlk yorum yapan siz olun