Çoğumuz kendimizi “mükemmeliyetçi” olarak tanımlıyoruz. Ben de kendimle ilgili ve çalışma şeklimle ilgili olarak sürekli bunu kendime tekrarladım. Ta ki bunu kendime söylemeyi durduruna kadar. Durdum çünkü bu düşünce beni bir çok şeyden alıkoyuyordu, bunu anladım.
Mükemmeliyetçilik bahane. Ve bunun kişiliğimle hiçbir ilgisi yok. Hiçbirimiz mükemmeliyetçi olarak doğmuyoruz. Sadece korkuyoruz. Sonunda ‘gönder’ tuşuna bastığımızda insanların ne düşüneceğinden korkuyoruz. Açıkçası herkesin önünde aptal veya tatsız görünmek istemiyoruz. Bu yüzden ‘mükemmeliyetçi’ etiketiyle güvenli tarafta kalmak için saklanıyoruz. Zaman kazanmak için.
Ancak zaman geçiyor ve hala ne yaptığımızı göremedik. Hala son düzenlemeleri yapıyoruz. Ve eğer ‘mükemmel’ eserimizi paylaşırsak, biraz sönük hissediyoruz.
Neden?
Çünkü çok uğraşıyoruz.
Hata yapmanıza veya biraz pas, leke bırakmanıza izin vermediniz. Ancak yarım da olsa iyi bir şeyleri paylaşmak, hiçbir şey paylaşmamaktan daha iyidir. Yelkenlerinizi açmalı ve güvenli limanı sonsuza dek terk etmelisiniz. Mükemmel değilim, sen de değilsin. Kimse de değil.
Ben bu yazıyı, ve blogumdaki diğer yazılarımı hafif huysuz hissederek yazdım ve paylaştım. Mükemmel değiller, ama her gün ne kadar kötü ruh halim veya hava koşulları olursa olsun kendime bir yazma taahhüdü verdim. Mükemmel olmaya çalışmayı bıraktım. Mükemmeliyetçilik tamamen yargılama ile ilgili. Bu yüzden, bir şeyler paylaşma alışkanlığı geliştirdim, hala hazır olmadığına dair bir sızı hissetsem bile. Sinirli olduğumda bile yayınlamakta tereddüt etmemeye başladım.
Kendime güveniyorum. Hiç bir şey yapmamaktan korkuyorum. Hatalı da olsam kendimi düzeltmeye ve daha iyisini yapmaya çalışıyorum. Siz de deneyin.
İlk yorum yapan siz olun