2019 yılı başında okuma listeme eklediğim yazarlardan biri Murakami. Ve listeme eklediğim ilk kitabı bu, çünkü hikayesi dikkatimi çekti. Düşünsenize bir gün işi gücü bırakıp yazar olmaya karar veriyorsunuz. Dünyaca ünlü bir yazar oluyorsunuz ve ilk kitabınızı onca ısrarlara rağmen hiç bir dile çevrilmesine müsaade etmiyorsunuz.
Çok fazla trajedi beklentisi olanlar bu kitabı okumasın. Çünkü Murakami trajik olaylara çok fazla girmiyor ama olayları yalınlaştırarak, sunmak istediği fikirleri hakkını vererek yansıtıyor insana. Daha çok yalnızlık, sıkılmak, kaybediş, içki, gençlik, arayış ile ilgili bir takım denemeler yapıyor.
Ayrıca Murakami, “Yargılama Metodu” ile değil “İrdeleme Metodu” ile okunmalı kanımca. Çünkü bu kitapta koskocaman bir bilinmezlik mevcut. Olayların nerede, ne zaman, nasıl başladığını çoğu zaman bilmeden başlıyorsunuz okumaya. Zaten kitabın öyle bir derdi de yok. Siz siz olun, kitabı okurken anı yaşayın. Geçmişe ve geleceğe dönük düşüncelere dalmayın.
Murakami’ye yazma nedeni sorulduğunda cevabı gayet sade; “Sıkıldım!”
İşlerinden kalan zamanlarda mutfağa geçip gece yarısından sabaha kadar yazıyormuş. Yazdıklarını beğenmez, baştan yazar, asla vazgeçmezmiş.
Milliyetçi olan Japonlar, yazarı kendi kültürlerini eserlerinde fazlaca yansıtmadığı için eleştirseler de, kendine has tarzından dolayı yoğun bir ilgi gösteriyorlar.
Yazarın yazmaya başlama serüveni okuyanların ilgisini çekiyor ve yazmaya niyetli okura bir yol ve yön gösteriyor. Kitap şu ifadeyle başlıyor; “Kusursuz metin diye bir şey yoktur.” Bu şu anlama geliyor; “İnsan yazmalı! Yazdığı şeyler de kusur arayanlar asla başarılı olamazlar…”
Yararlanılan kişi: Alper Koç