
Hayatın garip cilvelerinden biridir motivasyon. Kırk yıldır insanları gözlemliyor, hikâyelerini dinliyorum. Her birinin içinde yanıp sönen bir ateş var, tıpkı İstanbul Boğazı’ndaki fenerlerin ışıkları gibi. Kimi zaman parlak, kimi zaman sönük…
Kahvehanelerde, otobüs duraklarında, vapur iskelelerinde hep aynı hikâyeyi duydum: “Bu sene bambaşka olacak!” Gözlerde o tanıdık ışıltıyı görürdüm. Ama bilirdim ki, o ışıltı tek başına yetmez. Tıpkı sabah çayının yanında eksik kalan simit gibi…
Size yıllar önce Balat’ta tanıştığım ihtiyar bir marangozun hikâyesini anlatayım. Dükkânının tozlu raflarında yarım kalmış eserler dururdu. “Ustam,” derdim, “neden tamamlamadın bunları?” Gözleri uzaklara dalardı: “Doğru zamanı bekliyorum evlat.” O marangoz, doğru zamanı beklerken, zaman onun ellerinden kayıp gitti.
Motivasyon, Kapalıçarşı’daki o nadide mücevherler gibidir; değerlidir ama her an elinizin altında değildir. Asıl mesele, o mücevher yokken de yolumuza devam edebilmekte…
Bakın, size bir sır vereyim: Hayat, Beyoğlu’ndaki eski bir gramofon gibidir. Plağı siz koymazsanız, müzik kendi kendine çalmaz. Harekete geçmek için mükemmel anı beklerseniz, tıpkı vapuru kaçırmış bir yolcu gibi, rıhtımda öylece kalırsınız.
En acı gerçek şu ki, hepimizin bir son durağı var. O son durakta, keşkelerle dolu bir bavul taşımaktansa, yaşanmış bir hayatın hafif yükünü taşımak daha iyidir. Bu yüzden, yarını beklemek yerine, bugünden başlayın. Çünkü yarın, dün hayal ettiğimiz bugündür…
Siz siz olun, içinizdeki o sesi susturmayın. Ama sadece onu dinlemekle de yetinmeyin. Çünkü hayat, Süleymaniye’nin minarelerinden yükselen ezan gibidir; duyması güzel, ama asıl önemli olan o çağrıya icabet etmektir.
İlk yorum yapan siz olun